Bir eğitim-öğretim dönemi daha sona ererken sınav maratonu başladı. Geçen hafta LGS bu hafta YKS sınavı. Sınava girecek öğrenciler kadar velilerde çok heyecanlı. Tedirginlik ve kaygı maximum seviyede.
Bu yıl LGS sınavına 1 milyon 10 bin 916 kişi, YKS sınavına ise 2 milyon 560 bin 640 kişi başvurmuş durumda. LGS sınavında istedikleri sonucu alamayan öğrencilerin bir kısmı umutlarını üniversite sınavlarına kadar ertelerken, bir kısmı da yaşadıkları kaygı, endişe gibi sebeplerle özgüvenini kaybetmiş, hayalleri yıkılmış, “okusan ne olacak” zihniyetinde bir nesil ortaya çıkıyor. Sınavlarda sorulan sorular o kadar uzatıldı ki, sadece bilgiyi ölçen sınavlar değil, okuyup anlayabilme, yorum yapabilme ve zamana karşı yarışarak doğru sonuca ulaşabilmeyi de ölçmektedir. Çocuklarımız ve gençlerimiz fazladan yapılacak bir sorunun bile yüzlerce öğrencinin önüne geçeceklerini yine tam tersi olarak da yapamadıkları her soru veya yanlış yaptıkları her soru için yüzlerce öğrenciden geri kalacaklarını çok iyi bilmekteler.
Her ile üniversite ve yüksekokullar yaptık. Kontenjanların limitini artırdık. Gençlerimiz üniversiteyi kazanmanın mutluluğunu yaşadılar. Ancak bu mutluluk iki veya dört yıl sürdü. Nedeni ise sonrasını düşünemedik. Sonrası ne oldu? Atama bekleyen milyonlarca ÜNİVERSİTELİ İŞSİZ ORDUSU oluştu. Üniversiteyi bitirip kendi alanında iş bulamayan 10 milyon gencimiz varken üniversiteye almaya daha ne kadar devam edeceğiz? Başta öğretmenlerimiz olmak üzere milyonlarca atama bekleyenler var. Atama yapılan kontenjan sayıları çok az. Şu anda atama bekleyen tüm öğretmenlerimizin ataması yapılsa bile birkaç yıl sonra atama bekleyenlerin sayısı neredeyse aynı olacak.
Önemli olan girilecek okullar, seçilecek meslekler mi yoksa ilgi, yetenek ve hayaller mi? Herkesin başarılı olabileceği mutlaka bir alan vardır. Kişinin ilgi ve yeteneğine göre hayalindeki o alanda ilerlemesi elbette daha verimli olacaktır. Üniversitelerin niteliğine göre değil, öğrencinin hedeflerine göre tercih yapılmalıdır. Sınavı kazanamadın diye geleceğimiz olan çocuklarımızı gençlerimizi ikinci üçüncü sınıf insan yerine koyup onları ezmek asla olmamalıdır. Pek çok veli, kendi hayatlarında yapamadıklarını, olmak isteyip de olamadıklarını kendi çocuklarının yapmasını ister. Bunun için de çocuklar sürekli bir baskı altındadırlar. Çocuklarımızın üstündeki baskılar arttıkça da başarılı olabilmeleri oldukça güçleşir. Okullarda açılan kurslar, özel dersler, çocuklarımızı zaman içerisinde hayatlarını şıklar arasında tercih yapar haline getirmektedir. Sonuç bıkkınlık, başaramama korkusu, dışlanma.
Sınavlarla sınandığımız bir eğitim sistemine sahibiz. Ortaokul ve liseler sadece sınava hazırlık merkezine dönüştü. Yılların emeği tek bir sınavla ölçülmemeli.
Eğitimde tek sorun tabi ki sınav sistemi değildir. Eğitimdeki tüm sorunları geçmişten günümüze dile getirmeye çalışsam kitap olur galiba. Umarım, geçici değil bilimsel çalışma sonuçlarında uzun vadeli, sürdürülebilir Milli Eğitim programı oluşturulur. Bakanlar değiştikçe değişmeyen planlı bir eğitim sistemi oluşur. Çocuklarımızı-gençlerimizi hayata hazır hale getiren, öğrencilere yetenekleri doğrultusunda rehberlik yapabilen, bireyselleştirilmiş değerlendirme modellerinin yaygınlaştığı, bilim, akıl ve tecrübe kullanılarak oluşturulacak bir eğitim sisteminin gerçekleşmesi dileğiyle…