Kur’an, uyarıcı ve yol gösterici özelliği ile sorumlu olacağımız ilahi ders kitabı ve dinin muhkem/değişmez ana kurallarını içeren Anayasamızdır. Bu bağlamda; Anadolu’da her evde -okumayı bilmese bile- mutlaka Kur’an bulunur. İzdivaç edecek evlatlara çeyizlerinin arasında bir de Kur’an hediye edilirdi. O Kur’an evin duvarında özel işlemeli örtü içerisinde asılı dururdu. Anne babalar da arada evlatlarına gittiklerinde ‘’Kızım, oğlum hep asılı durmuyor demi, arada kabından çıkarıp okuyorsunuz’’ diye sorardı. Ve ilk emri ‘’Oku’’ olan bir dinin sahibi yarın yevmi kıyamette ‘’Ey kulum, hiç okudun mu?’’ diye sorar. (Ben çok kitap okumayı seviyorum diyen güzel kardeşim, eğer sen inandığın Allah’ın emri olan Kur’an’ı (mealini) bir defa olsun okumadıysan hiç kitap okumamışsın demektir) ‘’O meşakkatli gün gelmeden atanız olarak biz soralım ki, mahcubiyet yaşamayalım’’ derlerdi.
O kadar işin gücün arasında mübarek gün ve gecelerde hiç olmazsa geçmişlerine bir Yasin okumaya özen gösterirlerdi. Bu arada okumayı bilmeyenler de ‘’keşke bende okuyabilsem’’ diye mahcubiyet duyardı.
Arabistan’da namaz aralarında geçmişten gelen adet olduğu üzere cemaate cüz dağıtılır. Cemaat o cüzleri oracıkta okur ve böylece hemen hatim indirilmiş olur.
Bir gün yine mescitte namaz arasında okunması için Arap görevli cüz dağıtırken, Türk hacılarının başında bulunan hoca ‘’Lâ - hayır, Türklere verme’’ deyince, ‘’Ben hepinizin hafız olduğunu bilmiyordum’’ deyip özür diler. Bunun üzerine bizim hoca ‘’Yok, senin sandığın gibi hafız değiller ayrıca bu hacılar Kur’an okumasını bilmiyorlar’’ der. Tabii Arap görevli bu hakikati duyunca şaşırır. (Türkiye dışında, Osmanlı’dan gelen alışkanlıkla Türklerin çoğunun hafız olduğu düşünülür.)
*
Türkiye’den bir grup umreye gider. Namaz arasında mescitte otururken bir umrecinin sağındaki solundaki arkasındaki önündeki kitaplıktan cüz alıp okumaya başlarlar. Bu durum karşısında kendisi Kur’an okumayı bilmediği için mahcubiyet duyar. Çok üzülür. O an kendi kendine ‘’Memlekete gidince ilk işim olarak Kur’an okumasını öğreneceğim’’ der. Ve gelince ilk iş olarak bir hocadan ders alarak Kur’an okumasını öğrenir. Dünyalar onun olur.
*
Bir Japon Hanım kız Antalya’da bir Türk ile evlenir. Çevreden eş dost akrabaların gelip hal hatır sorması, -sen yabancısın yemeklerimizi yiyebiliyor musun, aç kalma- türü ilgileri hoşuna gider. Bu ilginin İslam’dan geldiğini görünce daha mutlu olur. ‘’Biz Japonların özelliği çok kitap okumaktır. Madem Müslüman oldum ve size gelin geldim, kutsal kitabınızı okumak istiyorum’’ der. Bunun için en yakın Kur’an kursuna gider. Bakar ki orada hep yaşlı başlı teyzeler, Kur’an öğrenmeye çalışıyorlar. Onlara ‘’Sizde benim gibi yeni mi Müslüman oldunuz?’’ diye sorar. (Yine teyzeler şanslı ya hiç okumayı bilmeyenleri görüp siz Müslüman değil misiniz diye sorsa)
*
Cami imamı kürsüde Kur’an öğrenmenin fazilet üzerine nükteli söylemlerle vaaz eder. Bunu dinleyen 55 yaşlarındaki bir cemaat o an çok üzülür ve ‘’bende öğreneceğim’’ der. Namaz sonrası imam odasına gelir.
- Hocam, ben iki ay işe gitmeyeceğim. İzin alacağım. Bana iki ayını ayırıp Kur’an öğreteceksin.
- Sana iki ay ayıramam. En fazla bir hafta. Benim işim gücüm var.
- Ama kürsüde öyle demiyordun, ‘siz isteyin biz öğretelim’ diyordun.
- Evet, aynen yine diyorum. Siz isteyin biz öğretelim.
- Ama iki ay vakit ayıramam dedin.
- Ben sana Kur’an’ı bir haftada öğrenirsin. Haftaya Kur’an ile gelirsin, demek istedim.
- İnanamıyorum, öğrenebilir miyim?
- Yeter ki canı gönülden iste.
O andan itibaren elif, ba okumaya başlarlar. Bir hafta sonra Kur’an okumaya geçer. Bu geçiş öyle bir geçiştir ki, boşa geçmiş 55 yılına üzülür.
Maalesef çoğu vatandaş arzu etmesine rağmen gözünde büyütüyor. Beceremezsem diye utanıyor. Bunun için sizde gerçekten öğrenme arzusu varsa ve iyi de bir imam bulursanız en fazla bir hafta da öğrenirsiniz. O öğrenmenin mutluluğu sizi dinçleştirir. Güzelleştirir, gençleştirir. Bizim gibi çocukluktan öğrenenlerden ziyade daha çok zevk alırsınız. Kur’an’ı elinizden bırakamazsınız. Hele mübarek gün ve gecelerde okumak, hasta başında okumak, kabir ziyaretlerinde bizzat okumanın zevki bambaşkadır. Anti parantez şunu da bilelim ki, okuduğunu yaşayabilmenin zevki de şeddeli bambaşkadır. Rabbim cümlemize nasip eylesin.
*
Eski DİB Mehmet Görmez Bey Afrika’ya gider. Bakar ki ziyaret edeceği ev ve çevresi insanlarla dolmuş. Hane sahibine ‘’Bu insanlar beni görmek için mi geldi?’’ deyince, ‘’Hayır, inandıkları Kur’an’ı görebilmek için geldiler’’ der. Başkan, bundan çok duygulanır ve ‘’Hediyem Kur’an Olsun’’ kampanyasını başlatır ve bu vesile ile Afrika’ya iki milyon Kur’an gönderilir.
Kâbe’de bir Afrikalı önce Türkiye’ye dua eder. Bunu gören başkan ‘’Niye önce Türkiye’ye dua ediyorsun?’’ diye sorunca, ‘’Bize önce Türkiye koşuyor, hâlbuki diğer Arap ülkeleri sizden daha zengin. Allah size zeval vermesin’’ der.
Özeti: Kıymetli okurlar. Eğer Kur’an okumasını bilmiyorsanız bugünden tezi yok hemen bayan - erkek bir görevliye müracaat edin. Size severek yardımcı olacaktır. Hatta iyi okuyan bir sevap alırken zorlanarak okuyan iki sevap alacaktır. Üstelik yanlış okuduğunu da melekler düzeltecektir. Ayrıca beni tanıyan okurlardan da böyle bir arzusu olan varsa severek yardımcı olabilirim. Çünkü Allah resulü ‘’Sizin en hayırlınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir’’ buyurmaktadır. Dualarınızda yer bulabilmek ümidiyle, kalın sağlıcakla…
TAVSİYE: 50 yılın birikimi olan, muhtevasında 660 adet farklı nükteli nasihatin yer aldığı Mahirane Söylemler – Susamak - Depremle Yaşamak - Kazalar Geliyorum Demez ve Hayallerin Peşinde-1 kitaplarımı mutlaka okumanızı ve evlatlarınıza okutmanızı samimi olarak tavsiye ediyorum. 536 5681141 No.lu telefondan iletişime geçerek, (tanesi 200 TL) benden imzalı olarak temin edebilirsiniz.