Yaklaşık 40 yıl önce memuriyete başladığımda, Kargı’nın bir köyünde göreve başlamıştım. Bir gün birkaç çocukla köy çeşmesine giden yoldaki otları temizliyorduk. Malum, köylerde temizlik görevlisi yok; bu işler de doğal olarak memura düşüyor. Hem örnek olmak hem de çevreyi güzelleştirmek adına çocuklarla birlikte çalışıyordum.
Lojmanın hemen yanındaki evde, eşi yıllar önce vefat etmiş bir teyze yaşıyordu. Bahçe duvarının önünde, yolun ortasında büyükçe bir taş duruyordu. Traktörler geçerken bu taşa çarpıyor, zorluk çıkıyordu. “Yolu güzelleştireyim” dedim. Çocuklarla birlikte taşı dereye yuvarladık. Kendi kendime, bir işi daha hallettim diye sevinirken... Akşam saatlerinde olanlar oldu.
Sokaktan bir gürültü, bir bağrışma yükseldi. Aman Allah’ım, ne olmuştu? Teyze yollarda perişan… Bağırıyor:
“Taşı kim aldı?! Taşı kim çaldı?!”
Mahcubiyetle “Ben…” deyince, bir an durdu. Sanki “Elin gariban memuru taşla ne yapacak?” der gibi sustu. Ortamı yumuşatmak yine bana düştü:
“Teyzem, sakin ol. Gençleri toplarız, taşı dereden getirir yerine koyarız.”
Biraz sakinleşti. Ama hâlâ taş için bu kadar üzüntü neden, diye düşünürken, öyle bir cümle kurdu ki hafızama kazındı:
“Oğlum, bu taşı 40 yıl önce rahmetli amcan traktörler duvara çarpmasın diye koymuştu. Her baktığımda onu hatırlıyorum. Bu taş, onun hatırası…”
İşte o an anladım: Bu, bir taş meselesi değil, bir bağlılık meselesiydi. Bu nasıl sadakatti ki bir taşı bile yerinden oynattırmıyordu? Bu evlilikte hiç mi sıkıntı olmadı? Hiç mi kavga edilmedi? Ama o taş, sevginin, hatıranın bir sembolü olmuştu.
Bugün geldiğimiz noktaya bakınca, insanın içi burkuluyor. Bir zamanlar eşinin hatırasına sahip çıkan insanlar vardı; şimdi 30-40 günlük evliliklerde, sebepler eften püften... Evlilik cüzdanları hızla çöpe atılıyor. Bir nesil, taşı saklarken; bir başka nesil cüzdanı savuruyor.
Soruyorum sizlere: Biz nerede yanlış yaptık? Annelerimiz, babalarımız nelere sabrettiler, biz nelerden şikâyet ediyoruz? Toplumu ayakta tutan en temel yapı taşı ailedir. Eğer aile yıkılırsa, toplum da zayıflar. Bugün izdivaç programlarında gördüğümüz tablolar, işin ne kadar yüzeyselleştiğini gösteriyor. Sevgi, sabır ve sadakat gibi değerlere ticari kılıklar giydirilmiş. Eşinden kalan bir taşı saklayan teyzelerden, “İkinci bahar” vaatleriyle kredi kartı limiti isteyen ekran figürlerine geldik. O zaman ne yapmalı? “Bir neslin kaderini, bir önceki nesil tayin eder” sözüne kulak verip, gençlerimizi Anadolu’nun sabırlı kadınlarıyla, cefakâr erkekleriyle buluşturmalıyız. Onların öğütleri, makyajsız ama sahici sözleriyle bir nesli yeniden inşa edebiliriz.
Bırakalım süslü cümleler eksik kalsın. Ama gönülden gelen, yaşanmışlıkla yoğrulmuş hikâyeler gençlerin kulağına çalınsın. Çünkü elektrik kesilince ev değil, gönül kararıyor. Çünkü evlilik bir fotoğraf değil, bir yolculuktur. Bir taşı bile saklatan hatıralar, gençlerin yüreklerine ilham olsun.
Özetin Özeti:
Taşı saklamasa da, evlilik cüzdanını iyi günde kötü günde son nefesine kadar saklayacak bir nesil için... Hepimize görev düşüyor. Düğün mevsiminin başladığı şu günlerde isterseniz bir daha gençlerimize bu makalemi okumalarını tavsiye ediniz.
TAVSİYE: 50 yılın birikimi olan, muhtevasında 660 adet farklı nükteli nasihatin yer aldığı Mahirane Söylemler – Susamak - Depremle Yaşamak - Kazalar Geliyorum Demez ve Hayallerin Peşinde-1 kitaplarımı mutlaka okumanızı ve evlatlarınıza okutmanızı samimi olarak tavsiye ediyorum. 536 5681141 No.lu telefondan iletişime geçerek, (tanesi 200 TL) benden imzalı olarak temin edebilirsiniz.