Mahir ODABAŞI

Bana ne ya!

Mahir ODABAŞI

Efendim, bir rivayettir ki Kanuni Sultan Süleyman, ülkenin durumunun çok iyi olduğu; hazinenin altınla dolu olduğu, insanların refah ve mutluluk içinde yaşadığı bir zamanda, bilgisine itibar ettiği, değer verdiği, tavsiyelerine uyduğu bir zata uzun bir mektup yazar. Mektubunda özetle, hazinenin doluluğundan, ülkenin hiçbir sıkıntısının olmadığından, halkın rahat yaşadığından söz eder ve "Böyle bir ülkeyi ne yıkar?" diye sorar.

Padişahın değer verdiği o zat, sadece bir cümlelik cevap verir: “Neme lazım Hünkarım!”

Bu cevaba padişah anlam veremez ve üzülür. “Ben sayfalarca mektup yazdım, aldığım cevap sadece bir cümle” der ve kalkıp o zatı ziyarete gider. Sebebi ziyaretini anlatır.

O bilge kişi şöyle der:

“Padişahım, siz ülkenin durumu hakkında uzun bir mektup yazmış ve bana da böyle bir ülkeyi ne batırır diye sormuşsunuz. Ben de sizin kıymetli vaktinizi almak istemedim. Özetle, böyle bir ülkeyi ancak ‘nemelazımcılık’ batırır demek istedim.”

Bana ne ya!

Bu özlü cevap karşısında padişah dersini almıştır.

Bu bağlamda ben de; sadece Milli Eğitim Müdürlüğünden sorumlu olsam da, sivil savunma personelinin bulunmadığı diğer kurumları veya alışveriş yaptığım esnafta sivil savunma tedbirlerinde gördüğüm eksiklik ya da yanlış uygulamaları nezaket çerçevesinde uyarmaya, bilgilendirmeye, ilgilendirmeye çalışıyorum ki bir olumsuzluk yaşanmasın, vicdanen sorumlu olmayayım. Çünkü bilgi, paylaşıldıkça faydalıdır.

Ayrıca çevrede, basında gördüğüm önemli olayları ya da seminerlerde dinleyicilerin başından geçen, basit ama sonucu ağır olan olayları sıcağı sıcağına ajandama not etmeye çalışırım. Hem bana ders olsun, hem de bir sivil savunmacı olarak konferans, seminer ve bire bir sohbetlerde dikkat çekici malzeme olarak kullanayım. Önyargılı itirazlara yaşanmış örneklerle cevap verebileyim.

Çünkü duyarlı bir sivil savunmacı olmak gerçekten çok zor bir görevdir. Sivil savunma tedbirleri için; "Ne gerek var, aman sende, başka işiniz yok mu kardeşim? Durmadan iş çıkarıyorsunuz, boş şeylerle uğraşıyorsunuz..." türü itiraz edenlere, “Ben böyle düşünmemiştim ama haklıymışsınız.” dedirtecek örnekler sunmak gerekir.

Genelde alışveriş merkezlerinin olduğu caddelerde insanlar, bir şey almasa da vitrinlere bakarak ya da kafalarındaki bir şeyin hesabını yaparak dalgın bir şekilde yürürler. Geçmişte Ankara’da çocuklarla Samanpazarı semtinde kaldırımda yürürken, oğlum “Baba dikkat et, düşeceksin!” diye bağırdı.

Birden durdum. Önümde, kaldırımın tam ortasında muhtemelen bir kurumun yapacağı çalışma için açılmış bir demir kapak vardı. Güvenlik tedbiri olarak sadece yarım metre önüne bir boş kova konmuştu. Evet, yanlış okumadınız: sadece bir kova! Derinliği en az 1-2 metre olan bu çukur, işlek bir cadde üzerindeydi.

“Güvenliğiniz için küçük küçük masraf yapmaktan (önlem almaktan) çekinmeyiniz. Zira büyük büyük gemileri küçük küçük delikler batırır.” sözünü boşa söylememişler.

Çocuk, yaşlı, engelli... herkes oradan geçiyor. Oğlum uyarmasa, muhtemelen kendimi çukurun içinde bulacaktım. Bir başkası zarar görür diye hemen en yakın esnafa koştum, durumu anlattım. “Ben kıl payı kurtardım ama bir çocuk, bir yaşlı ya da dalgın bir vatandaş zarar görebilir. Geçici bir güvenlik önlemi alabilir misiniz?” dedim. Dükkân sahibi ya da çalışanı, "Sen görevli misin?" dedi. "Hayır, Çorum’da sivil savunmacıyım." dedim.

Hiç istifini bozmadan, "Boş ver, bırak düşsün. Sen düşmemişsin ya (!)" dedi.

Bu cevap karşısında, “Demek ki haberlerde üzülerek izlediğimiz kuyuya düşen çocuklar, engelliler, yaşlılar bu vurdumduymazlık yüzünden düşüyor.” demekten kendimi alamadım.

*

Yıllar önce kaldığım bir apartmanın merdiven lambaları 50 saniye yanması gerekirken, 30 saniyede sönüyordu. Bu durum tehlikeli olabileceği için yöneticiyi birkaç kez uyardım. “Sakınan göze çöp batar” derler ya, bir misafirim lambaların erken sönmesi yüzünden merdivenden inerken boşa bastı ve ayağını kırdı. Okulu yarım dönem uzadı. Hem maddi hem manevi sıkıntı yaşadı. O gece lambalar 50 saniyeye ayarlandı.

Bu anlamda, "ufak tefek" diye tabir edilen ihmalkârlıklar büyük acılara yol açabilir. Bu olaylardan en başta yetkililerin gerekli dersleri çıkarması gerekir. Çünkü olumsuzluk halinde hem hukuki hem de vicdani sorumlulukları vardır; anaların, babaların ahı, gözyaşı vardır.

Ancak şunu da söylemek gerekir: Hukuki sorumluluğu olmayan sade vatandaşların da, en az yetkililer kadar duyarlı olması gerekir. Bir mal veya can kaybında vicdani sorumluluğumuz olabilir.

Günümüzde iletişim araçları yaygınlaştı. Herkesin elinde cep telefonu var, her kurumun internet sayfası mevcut. Bu sayfalarda “Görüş, öneri, şikâyet” bölümleri yer alıyor. Gördüğümüz tehlikeli bir durumu telefon, e-posta vb. yollarla ilgili makamlara bildirerek vatandaşlık görevimizi yapmalıyız.

Vatandaş olarak sadece olumsuzlukları değil, beğendiğimiz uygulamaları da takdir etmeliyiz. “En ucuz hediye ‘aferin’dir.” “Marifet iltifata tabidir.” sözlerinden hareketle, güzel uygulamalar için de iki satır teşekkür mesajını esirgememeliyiz. Bu tür mesajlar, görevlilerin memnuniyetini artırır, yeni arayışlara ilham verir, yorgunluklarını hafifletir.

Netice olarak:

"Boş ver,"
"Bırak kalsın,"
"Sen mi kurtaracaksın?"
"Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" mı diyelim?

Yoksa,
“Neme lazım diyen, neye lazım olur!” sözünden yola çıkarak, ileride can ve mal kaybı olmaması için, nezaket çerçevesinde öneri, istek, şikayet ve teşekkürlerimizi ilgililere iletelim mi? Ne dersiniz?

Yazarın Diğer Yazıları