Mahir ODABAŞI

53 yıl sonra ilk öğretmenime mektup

Mahir ODABAŞI

Sevgili Öğretmenim,

Öncelikle hürmetle ellerinizden öper, selam ederim. Belki beni hatırlayamayabilirsiniz; zira aradan tam elli üç yıl geçti. Ben, Çorum’un Osmancık ilçesine bağlı Seki köyündenim. Öğretmenlik mesleğinize bizim köyde başlamıştınız ve biz de sizin ilk öğrencilerinizdik. Yıllar geçmiş olsa da adınız hâlâ köyümüzde anılır, sohbetlerde gıyaben övgüyle bahsedilirsiniz. Bu, herkese nasip olmayacak bir bahtiyarlıktır. Hz. Ali’nin, “İnsanlarla öyle geçininiz ki ölümünüzden sonra düşmanlarınız bile ağlasın.” sözünü şimdi çok daha iyi anlıyorum.

O günleri hatırladıkça zihnimde canlı bir tablo beliriyor. Köyümüz ilçeye yürüyerek dört beş saat uzaklıkta, ormanın içinde bir yerdi. Elektrik yoktu, su yoktu, telefon yoktu… Temel ihtiyaçlardan yoksun, ama yürekleri dopdolu bir köydü bizimki. “Köye yeni bir öğretmen geliyormuş.” haberi duyulduğunda, köyün küçüğü büyüğü, yaşlısı genci aynı heyecanı yaşamıştı. Sizi karşılamaya köyden bir grup gitmiş, eşyalarınız traktörle Kızıltepe köyüne getirilmiş, oradan da merkeplerle köyümüze taşınmıştı.

53 yıl sonra ilk öğretmenime mektup

O zamanlar köyümüz bir başkaydı. Nüfus 400-500 kişiydi. “Göç” kelimesi henüz sözlüklerimizde yoktu. Herkes yerinde, yurdundaydı. Şimdi ise o insanların bir kısmı ahirete göç etti, bir kısmı da şehrin kalabalığına karıştı. Artık bayramlarda, düğünlerde bile köyünü hatırlamayan çok…

Okulumuz bakımlıydı, tertemizdi. Bahçesi, biz çocukların neşesiyle cıvıl cıvıldı. Kar yağdığında kartopu oynardık; bu, tarif edilemez bir mutluluktu. Hele sizin amuda kalkıp iki eliniz üzerinde çimlerde yürüyüşünüz… Hâlâ gözümün önünde. Yerli Malı Haftası’nda topluca pikniğe giderdik. Millî bayramlarda harmanda kutlamalar yapılır, deve güreşlerinden çuval yarışına, yumurta yarışından ip çekmeye kadar türlü oyunlar oynanırdı.

Bir gün ders işlerken başınızı ellerinizin arasına alıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştınız. Biz çocuk aklıyla ne olduğunu anlamamış, bir kısmımız gülmüş, bir kısmımız ise sizinle birlikte ağlamıştık. O anın nedenini hiç öğrenemedik. Yıllar sonra, ben de ilk görev yerim olan bir dağ köyünde benzer bir duygu yaşadım; kimseye bir şey söyleyemedim, acımı yüreğime gömdüm. O gün sizi çok daha iyi anladım, öğretmenim.

Yaşlıların anlattığına göre o zamanlar köyümüz fakirdi ama gönlü zengindi. Yangına kâr, yalnızlara yâr, kimsesize yar olurdu insanlar. Akşamları “mehle”lerde toplanılır, tatlı sohbetler edilir, oyunlar oynanırdı. Siz de bu sohbetlerin başköşesinde yer alırdınız. Henüz yirmili yaşların başındaydınız, fakat 70-80 yaşındaki dedelerimiz sohbetlerinizi pür dikkat dinlerdi. Biz çocuklar ise utancımızdan kapı arkasına saklanırdık. Köydeki kahvehanelerde oyun değil, sohbet vardı. Hem de öyle sohbetler ki dinledikçe insanın içi aydınlanırdı.

Yayladan tek başıma yürüyerek okula geldiğim günlerde bana biraz hoşgörüyle yaklaşırdınız. Yılda 50-60 gün devamsızlık yaptığım olurdu. Rahmetli babam, sabah bahçeden topladığı sebzelerden bir poşet hazırlar, “Oğlum, öğretmenine ver; taze taze yesinler.” derdi.

O güne dek köyümüzden hiç memur çıkmamıştı. Sizinle birlikte bu da değişti. Büyük abim ve ablam hiç okula gitmemesine rağmen, ortanca abim için babamı ikna edip şehre okumaya göndermesine vesile oldunuz. Böylece köyden ilk mühendis çıktı. Ardından diğerleri geldi. Çünkü köylü, çocuklarını yönlendirirken genelde “Bak falancanın çocuğu şu oldu, sen de onun gibi ol.” der.

Bugün köyümüze gelseniz tanıyamazsınız. Yol var, su var, elektrik var, telefon var, internet var… Var da var… Ama 53 yıl öncesinin o samimiyeti, huzuru yok. Göç, köyün ruhunu alıp götürmüş. O zamanki nüfusun yüzde 95’i ya şehirlerde ya da kabristanda.

Okulu merak edersiniz diye yazayım… Keşke demeseydim de, hafızanızda o eski hâliyle kalsaydı. Artık öğrenci yok. Okul kapalı, bacası yıkılmış, kiremitleri kırılmış, camları paramparça… Bahçesinde in cin geziyor. Geçen gün internette bir fotoğrafına rastladım; oturup ağladım. Biliyorum ki bu satırları okurken sizin yüreğiniz de dayanmayacak, siz de ağlayacaksınız. (Maalesef o okulda yıkıldı. Yerine yer yok gibi betonarme bina)

Biliyorsunuz, 5. sınıfı Çankaya’da bir okulda okudum. Her türlü imkân vardı. Ama ne acıdır ki Anadolu’nun ücra bir köyünden gelip anne-babasından ayrı yaşayan bir çocuğun başını kimse okşamadı, derdini sormadı. O yüzden o öğretmenimin adını bile bilmiyordum. (Geçenlerde yıllar sonra iletişim kurdum. Belki de en vefalı öğrencisi ben oldum) İşte o yılları hatırladıkça sizi daha çok özlüyorum.

Şartlar çok değişti, öğretmenim. Şimdi çoğu zaman öğretmen köylüyü, köylü de öğretmeni tanımıyor. “Olur mu böyle şey?” demeyin, oluyor… Çünkü öğretmenler köylerde ikamet etmeyince, ister istemez bağlar kopuyor. Geçenlerde ilçede ırmak kenarında otururken bir köylüye, “Öğretmeniniz kim? Nereli?” diye sordum. “Bilmiyorum, sabah gelip akşam gidiyor. Okuyanda bebeğim yok.” dedi. İçimden, “Hey gidi eski günler…” diye mırıldandım.

Geçmişle bugünü kıyaslayınca anlatılacak çok şey var ama sizi daha fazla hüzünlendirmek istemem. Siz zaten gerisini hayal edersiniz canım öğretmenim.

(53 yıl önceki ilk öğrencilerinizden: Mahir)

Not: Öğretmenimiz Turgut Eraslan (Malatya), Yaşar Çetinkaya (Konya) ve rahmetli Durmuş Ugen (Antalya) ile yıllar sonra yeniden iletişim kurmak nasip oldu.

TAVSİYE: 50 yıllık birikimimle hazırladığım ve içinde 660 farklı nükteli nasihat barındıran Mahirane Söylemler, Susamak, Depremle Yaşamak, Kazalar Geliyorum Demez ve Hayallerin Peşinde-1 isimli kitaplarımı okumanızı ve evlatlarınıza da okutturmanızı gönülden tavsiye ederim. Bu eserleri, 536 568 11 41 numaralı telefondan bana ulaşarak (her biri 200 TL) imzalı olarak temin edebilirsiniz.

Yazarın Diğer Yazıları