[Bu yazıyı yazarken ilkokul öğretmenim rahmetli babamın ruhuna rahmetler diliyorum.]
“Zayıf karne öğrencinin değil, öğretmenindir.”
Not sistemi bulunmadan devam edilmiş olsaydı durum tam böyle olacaktı. (İlk not sisteminin sürecini, nasıl ortaya çıktığını bir önceki yazımda yazmıştım) Öğretmen, öğretmek zorunda kalacaktı.
“Aile ilgilenmiyor” gibi sözlerinde içi boştur.
Öğretmen, öğretmek için maaş alır.
Öğretmen, öğretmeyi tam öğrenemezse öğrencisine de öğretemez. Bu yüzden tüm öğretmenler her yıl sosyal ve psikolojik yönden eğitimden geçmelidir. Çünkü insanın davranışları ve hayata bakışı yaşam şekline göre değişebilmektedir. Öğretmen, dersi başarılı birkaç öğrenci ile sürdürürse, öğretme derecesinin tam olarak gelişmediğini gösterir. Dersler, sınıfta en iyi bir kaç öğrenciye göre değil, sınıfın tamamına göre şekil alırsa başarılı olur. Genel olarak öğretmen, başarılı öğrencilere odaklanabilir oysa başarısız öğrenci yoktur, becerisi görülmemiş, keşfedilmemiş öğrenci vardır. Başarı dediğimiz etkende, her çocukta farkı çalışır, önemli olan öğrencinin başarılı olacağı alanı tespit etmek ve yönlendirmek olması gereken öğretmenin görevidir.
Öğretmenlik, insan yetiştirme, yönlendirme olduğu için en değerli mesleklerin başında gelir. Dünya’nın hangi ülkesini ele alırsan alın, hangi konu da geri kalmışsa, hangi konu da yetersizse, konuyla ilgili eğitimi, öğretmeni, izlediği eğitim politikasının yanlış olduğu gerçeğini göreceksinizdir.
Eğer öğretmenin etkisini hafife alıyorsanız büyük fotoğrafı göremiyor olabilirsiniz.
Köy enstitülerini bir düşünün; tüm yurdun genel durumunu nasıl değiştirip dönüştürdüğünü göreceksiniz. O dönem, Öğretmen Liselerinden öğretmen olan genç öğretmenlerin bile yaptıkları muhteşemdir. Bu öğretmenlerin, öğretmenin etki gücü olmamış olsaydı o yeniliklerin, o değişimlerin olması mümkün olmazdı. Devletimizin temel eğitimi o dönemin öğretmenlerine borçludur. Bu Cumhuriyetin başarısıdır. Bu başarı Yüce Atatürk’ün halkına inanmasıyla başlamış bir yolculuğun ana hikâyesidir. Bu başarı insana değer vermekle başlamıştır.
Eğitim, bilgiyi yapıcı güce dönüştürebilen tek güçtür.
Bilgi çoğalarak devam eden ve aktarılan bir süreçtir.
Bilgi, merakı uyandırıp bilmediğini öğrenme ihtiyacını doğurur. Bu anlamda kişi ne kadar çok bilgili olursa, o kadar bilmediğinin fakına varmış olacaktır.
Sınıfta öğrenci soru sorabiliyorsa derse katılmış ve konuyu anlamış olduğunu gösterir. Öğretmenin en büyük etkisi burada devreye girebilirse o bilgiyi artık o öğrenci ve sınıf unutmaz. Öğretmen ne yapabilir sorunun cevabı ise burada şöyledir; konuyu bilen öğrencinin dersi anlatmasına izin vermeli, eksik kalan yönleri tamamlamalıdır. Burada en hassas konu ise sınıfın tamamına söz hakkı verilmesi, her öğrencinin mutlaka tahtaya çıkıp konuşması, öğrencinin bilgiyi edinmesini sağlarken, bir taraftan da utangaçlığını yenmesi ve kendi öz güvenini kazanmasını sağlayacaktır. En hassas konu mutlaka ve mutlaka her öğrencinin, isterse tek bir kelime dahi olsa da bir şeyler söylemesidir. O söylenen tek kelime konuya dahil olma, grup içine katılma, toplumla buluşma duygusunu verecektir. O tek bir kelime, gelecek derslerde daha çok etkinlik yaratacak, derse ilgiyi sağlayacaktır. Tek bir kelime söylemeyen her öğrenci, gelecek derslerde de devre dışı kalacaktır.
Öğretmenin ilk görevlerinden biri de her öğrencisine öz güven duygusunu kazandırmaktır çünkü başarının sırrı burada yatmaktadır. Öğretmen her zaman mutlaka kitap okumalı ve araştırma yapmalıdır çünkü okumayan insan beyni gelişmemektedir.
Öğretmenin başarısı ise, öğrencinin kalbine dokunmaktan geçer, bu öğretmenliğin sessiz gücüdür. Konuyla ilgili yazılara “Öğretmenliğin Sessiz Gücü” adlı seri yazılarla devam edeceğim.