Aylardır görüşmüyorduk…
Uzun yollardan gelecekti o akşam…
Saatler öncesinde gitmiştim otobüs durağına.
Kalbim hızlı hızlı çarpıyor, zaman geçmek bilmiyordu.
Yüzünü merak ediyordum; ne kadar değişmiş olabilirdi ki…
Fotoğrafını istemiştim ama göndermemişti!
Muhtemel saçlarını kestirmiş, farklı renge boyatmış olabilirdi,
Çünkü iyi bilirdim, bir kadın değişim istemişse ilk önce saçlarından başlardı.
Beklenen an geldi: heyecanlı, çocuk sevinciyle araçtan inip hızla bana doğru yürüyordu…
Sımsıkı sarıldık.
Giderken kavgalıydık, tartışmış ve küs olarak gitmişti…
Gülen yüzü ve tatlı diliyle,
“Bebeğim”, dedi. “Az daha seni kaybedecektim. Ama bitti işte. Tüm kalbimle sana geri döndüm.”
El ele tutuşup sessizce yürümeye başladık.
İlişkimizde sorun olmadığını, gidişinin sadece biraz kızgınlık olduğunu ve bana kırılmadığını anladım.
Karanlık bastırmak üzereydi.
Birden aklıma son kavgamızı, son gecemizi ve gidişini anımsadım.
Kötü günler bitti, dedim kendi kendime. İşte geri döndü birlikte evimize gidiyoruz.
Sonra annemi anımsadım.
Babamla bir kavgamızda annem arka odada saatlerce ağlamıştı…
İçim bir tuhaf oldu ansızın.
Ona bağırdığım için üzüldüm, kendime kızdım, pişman oldum.
Bilmem o neler düşünüyordu…
Göz göze geldik bir an. O an bir sessizlik oluştu aramızda. Sanki bir yarışa girmiş gibiydik; ilk önce hangimiz olacaktı gözlerini kaçıran. Bana kalsa onu orada saatlerce seyredebilirdim. Bu huyumu bilirdi. Evde çay yaparken, çayı doldururken, birlikte yatağın içinde film izlerken belli etmeden onun yüzünü seyrederdim. Dudak kıvrımlarını, kaşlarını izler, saçlarını ellerimle dağıtırdım. Duygulanınca filmin tam orta yerinde gözlerinin dolduğunu görürdüm. Beni görmesin diye usulca kalkıp lambayı söndürür, sırtını bana dönerdi. Bilirdim ağlardı, sessiz sessiz ağlardı. Bazen de banyoya gider, musluğu açar, suyun sesinde ağlayışını duymayacağımı düşünüp banyoda ağlardı. Ayaklarımın ucunda sessizce banyo kapısına kadar gider açmaya cesaret edemezdim. Ağladığını, hıçkırıklarını suyun sesiyle bastırmaya çalıştığını anlardım. Yatağa döner, ben de duygulanır, gözlerim dolardı. Banyodan çıkıp odaya döndüğünde gözlerimi görmesin diye başımı yorganın altına saklar, uyumuş numarası yapardım. Sessizce televizyonu kapatır, salona gidip yatardı. Öylesi gecelerde sabaha kadar uyumadığını bilirdim koltuğun üstünde sürekli dönüp dururdu. Sabaha karşı yorgunluktan daldığını görünce salona gider, onu izlemeye başlardım. Elimi sürmeden her saç telini tek tek öpüyormuş gibi, yüzünün her kıvrımını doya doya seyrederdim. Hiç ses çıkarmadan çayı demler, kahvaltıyı hazırlar, kızarmış ekmeğin üstüne yağ sürerdim. Uyandığında uzun bir süre yine konuşmazdık. Sanki o sessizlikte ikimizde kendi acısını sarar gibiydik. Kendi dünyamızın içinde, kendi özlemlerimizin alevinde yanıyor gibi, kendi kendimizle baş başa kaldığımız anlardı. Ona bir bardak çay getirirdim. Kanlanmış, kızarmış gözlerini benden saklardı.
O an bunlar aklımdan geçerken ne kadar zaman geçti, öylece ne kadar kaldık bilmiyorum onun sesiyle irkildim.
Birden elimi sıktı: “Evi mi değiştirdin yoksa benden habersiz.”
“Yok”, dedim. “Ne değiştirmesi.”
“Ama geçip gittik. Üst sokaktan dönmeliydik.”
Geri dönüp baktım.
Evet, doğruydu geçip gitmiştik farkına varmadan.
Karşılıklı gülümseyerek hızlı adımlarla geri döndük.
Tam kapıdan girerken; “Beni az daha kaybedeceğini söyledin”, dedim. “Oysa ben seni hep seviyordum.”
“Az daha yanılıp bir başkasını sevecektim sana inat olsun diye. Bilirim ki, sevgi karşılıklı olunca hayat bulur, tek taraflı olan her şey acı verir insana. Tıpkı aşk gibi. Seni içimde kaybetmedim. Seni tüm kalbimle sevdiğimi anladım.”
İçim mutlulukla doldu…
Masa üstünde, kitaplarımın yanında duran mumu yaktım…
Sanki delikanlı yaşına yeni girmişim gibi, sevinçten ne söylediğimi bilmeden konuşmaya başladım;
“Hadi, daha fazla beklemeyelim”, dedim. “Seni sabaha kadar seveceğim, her yerini defalarca öpeceğim.”
Kararlı bir sesle: “Olmaz”, dedi. “Bu kadar açlık iyi değil. Önce ruhumuzu arındıralım, biraz konuşalım. Yüreğimi dinlendirmeli, huzur vermelisin. Zaten tüm bedenim senindi. Yine seninle kaldı. Sevgini kirletmedim. Ellerim başkasına dokunmadı. Yüreğimde, bedenimde tertemiz. Merak etme, çırılçıplak gireceğim koynuna.”
“Hayır”, dedim. “Ben kendim soymayı tercih ederim.”
“Hiç değişmemişsin”, dedi gülerek. “Çayın yok mu bu akşam, sabahları bana çay getirirdin, unuttun mu yoksa? Senden uzaklarda ne zaman çay içsem hep senin çayını hatırladım. O çayın hatırası yok mu, anlatamam ve senin çayın tadını başka hiçbir yerde bulamadım.”
“Hayır” dedim. “Unut o çayları artık geçmişte kaldı”
“Unutmam” dedi. “Unutamam ki, tam içime işleyen o duyguyu nasıl unuturum?”
“Ama geçmişin anılarıyla geleceğimizi kuramayız, o çaylar soğudu artık” diye tekrarladım.
Sözlerime sevinmiş gibi gülümsedi, dudaklarından sessizce “peki” dedi. “Senin dediğin gibi olsun, unutalım”
Çaresiz kalmış gibi, zoraki tebessümün ardından “bir şartla” dedi. “Sen de gittiğimi, bir süre seni yalnız bıraktığımı unutacaksın”
“Hayır” dedim. “Hayır. Öyle değil artık. O gecenin sabahı oldu bir kere. Ben gidiyorum desende, göndermem artık seni tek başına. Beraber gideriz gideceksek bu evden. Bu yuvadan yalnız çıkamazsın artık. Çıkartmam da zaten. Bundan sonra salonda yatmana asla izin vermeyeceğim, asla, gitmek istersen ben de yanına geleceğim” dedim.
Birden duygulandığını yüzünün ve gözlerinin renginden anladım. Yüzünden tarifini bilemediğim bir gölge geçti.
“Sen yaralısın” dedi. “Yaralanmışsın.”
“Yok” dedim. “Hiçbir kesiğim yok, kan akmıyor.”
“Gözyaşlarını unutma, kan yerine insanın gözyaşı da akar. Sesin huzur dolu, gitmek isteyen kim artık.”
Benden gizli gizli ağladığı geceleri aklıma geldi.
Tekrar sımsıkı sarıldı.
Ne zaman böyle sıkı sarılsa ağlardı…
“Yapma” dedim “Hayır, hayır ağlamak yok, buna izin veremem.”
Kollarını boynumdan çözüp, ellerimle yüzünü tuttum. O ise daha fazla dayanamayıp gözyaşlarını çoktan bırakmıştı, ellerim ıslanmıştı.
Sabahın ilk aydınlığı yaklaşıyordu pencere kenarlarından ve biz hala eskilerden konuşuyorduk.
İçime huzur dolduğunu hissettim, “yorgunsun ve hiç uyutmadım seni” dedim.
Yanına yaklaştım, kollarından tutup divana doğru yatırıp üstünü örttüm.
“Biraz dinlen” dedim. “Ben yeni çay yapayım...”
Sarıldık yeniden.
“Biliyorum, sana güveniyorum” dedim. “Sevgimizin temiz kaldığını biliyorum bebeğim, rahat ol”
Çünkü bizim için güven demek, kendini karşı tarafa teslim etmek, ya da bedenini paylaşmak gibi bir anlamı yoktu aramızda; bizim için güven, gizli, saklı, içsel duygulara zarar verecek bir şey yapmayacağımızdan karşılıklı emin olmak demekti.
Birbirimize kenetlenmiştik.
Titreyen mum ışığında uzayıp giden gölgeler gibiydik…
Bizim aşkımızda böyle bir aşktı işte…
Ve bir kez daha anladım ki, kadın, sevildiğini anladığında elinin değdiği her yerde yaşamın güzelliğini, ruhunun rahatlığını, bu hayatın aslında sadece geçim derdi olmadığını, her gün bir mucize olduğunu gösterebilir, yaşatabilirdi…
Kalbi tamamen benimdi,
Ve saçlarını değiştirmemişti. [Aşk Yazarı Mustafa Çifci 2024]